1 Ekim 2015 Perşembe


Bir ekşi yazarının Banksy için dediği bir şey vardı:
''Bırakılsa sabaha kadar yazabilecek olmam, başkalarının bilmediklerini bilmemden değil, kendisine olan sevgim ve saygımdandır.''
 Banksy'nin yönetmenlik koltuğuna oturduğu bu filmde; Thierry Guetta isimli eski kıyafetlerin satıldığı bir mağaza sahibi olan ve her anını kameraya kaydeden bir adam konu ediliyor. Annesinin hastalığını küçükken çevresindekilerin ondan saklamasından ötürü hayatındaki detayları kaçırmamak adına içinde kameraya karşı bir tutku başlamış. Herşeyi kayda almasının sebebi olarak bunu düşünüyor ki bu da mantıklı bir sebep.

Kuzeni Invader lakaplı sokaklarda piksel yapıştırmaları ile ünlenen bir sanatçı. Sanat eserlerinin müzelerde para karşılığında gösterilmesine tepki vermek için buna bulaştığını söylüyor. Space Invader isimli atari oyunu ise esinlendiği ilk şey. Genelde çizgi filmlerden ve oyunlardan esinlenerek yaptığı çalışmaları; başta Paris'i olmak üzere dünyanın çoğu sokaklarını süslemektedir. Hepsi çocukluğumuzdan hatırlayabileceğimiz, tebessüm etmemize sebep olabilecek çalışmalar.





Havuç olması gerekmiyor muydu? Neyse.




Invader ile sokaklara çıkmaya başlayan Thierry,  duvarlara bunları yapıştırırken ve çizerken bunun videosunu çekiyor. İşte bütün hikaye burada başlıyor. Ne polisten kaçmadıkları ne de yakalanmadıkları kalmıyor. Bu da onda tıpkı kamera gibi bir tutkunun daha başlamasına vesile olmuşken aynı zamanda Shepard Fairey ile de tanışmasını sağlıyor. 


Shepard Fairey, Barack Obama'yı henüz senatör ve hiç kimse tanımazken uluslararası bir yüz haline getirmişti. Ünlenmesine sebep olan tasarımlarından biri de budur. Günümüzde birçok eşyanın üzerinde görebileceğimiz ''obey'' yani türkçe anlamıyla ''itaat et'' kelimesinin gündeme gelmesine neden olan kişi Shepard'tır. 

İnsan gerçekten hayret ediyor. 


İmzası haline gelen bu ''Obey'' ismini, kullandığı ilk eserinde Fransız güreşçi Dev Andre'den esinlenmiştir. Çalışmalarında genelde kapitalizm, savaş karşıtı cümlelere ve siyasi liderlerin, müzisyenlerin, değerli sanatçıların resimlerine yer veriyor. Hatta Atatürk adına bile yaptığı bir çalışması vardır.







       

Shepard ile adrenalini daha çok hissetmeye başlayan Thierry, günden güne birçok graffitici ile tanışır. Onları işlerinin başındayken çekmek ve o anı yaşamak nefes almasına neden olan tek şey gibi gelir. Bunlardan bir an bile kopamaz. Bir sanat belgeseli çekmeye karar verir fakat asıl onu bekleyen şeyden bihaberdir. Hayatını değiştirecek olan kişiden; Banksy'den. 

Bir anda Banksy'nin eserleri dünyanın her bir duvarında, yaptığı şeylerse tüm haberlerde çıkmaya başlar. Bu eserlerin sahibinin ne yüzünü ne de adresini kimse bilmemektedir. Bu sebeple daha da ilgi çeker. Eserleri genellikle kapitalizm ve savaş karşıtı düşüncelerin anlatıldığı türlerdendir. Tükettiğimiz ürünler ise en sevdiği darbeleri olsa gerek. Modern Sanat, Andy Warhol'dan sonra ilk kez ciddi anlamda böylesine ilgi çekmeye başlar. Banksy'nin Modern Sanat'tan önce Sokak Sanatı adına birçok insana öncü olduğunu düşünüyorum. Tabii ki ondan önce de birçok sokak sanatçısı vardı fakat onun yaptığı eserler diğerlerine: ''Hadi artık cesaretlenme zamanı!'' demek gibidir. Yaptığı şeyi ''Vandalizm'' olarak adlandıran kişiler de var. Bunun Banksy'i üzeceğini pek sanmıyorum.

Thierry'nin Banksy'i duyma anı ise bir haberde önemli bir sanat müzesindeki eserleri değiştirip yerine kendi eserlerini koyan kişinin gündeme gelmesiyle olur. Thierry, bu yapılan şeyin oldukça çılgın ve bir o kadar da mantıklı olduğunu düşünür. Onun bu tutkusunu doyurabilecek tek kişi vardır ki o da bu kişidir. 


Zamanla Banksy adı tüm kulaklarda çınlar hale gelir. Hatta onun eserlerinin yapıldığı duvarlar sanat galerilerinde halka sunulur ya da açık arttırmayla satılır. Batı Şeria Duvarı'nda yaptığı eserle tüm haberlere çıkar. İsrail ile burun buruna gelen Banksy, savaş olduğu kadar umut da vardır der adeta. 

                                                   

Alışılmışın dışında bir tasarım olarak yaptığı telefon kutusunu sokağın ortasına bırakır ve bu kutu açık arttırma ile yüksek bir rakam karşılığında satılır.  


Bunları sadece televizyondan izleyebilen Thierry, artık Banksy ile tanışmanın vakti geldiğini düşünür. Onunla röportaj yapabilmek için yanıp tutuşmaktadır. Bunu Shepard ile paylaşır fakat Shepard ona ulaşmanın çok zor olduğunu söyler. İçinde onunla tanışabileceğine dair bir his oluşur. 

Bir gün bir telefon gelir. Arayan kişi yanında Banksy'nin olduğunu ve Los Angeles'ta Banksy'e yardım edecek birini aradığını söyler. Thierry bunu duyar duymaz yapbozunun son parçasını bulmuş gibi sevinir ve hızlıca yanlarına gider. Banksy'nin her adımında yanında olur. Sokaklarda her anında yardım eder. Çatıya tırmanması gerekse dahi tırmanır. Çünkü bu onu özgür hissettiren iki tutkusundan biridir. Bir süre sonra Banksy onu Londra'ya davet eder. İşlerini birinin çekmesinden hoşlanmaya başlamıştır. Birine güvenmek istediğinin farkına varır. Thierry, eve kısa süreli döndüğü vakitlerde kendisinin kamera ile birlikte çekilmiş bir fotoğrafının zeminini saydamlaştırıp bunu çoğaltarak Paris duvarlarına geçirmeye başlar. 

Neredeyse en tehlikeli işlerinden biri Disneyland'a şişme bebek bırakmasıdır. Şişme bebeğin neresi kulağa tehlike geliyor diye düşünebilirsiniz. Banksy, Londra'daki sergisinin hazırlığını yaptığı sıralarda Guantanamo'da terörist olma şüphesiyle hapishanede yatan tutuklular vardı. Bu mahkumların giydiği turuncu bir kıyafeti vardı. Şişme bebeğe de aynı kıyafeti giydirir. Ardından onu Disneyland'ın en işlek fotoğraf çekilen yerlerinden birine koyar. Bunu çektiğini görünce polisler Thierry'i sorguya alırlar ancak o zor da olsa polislerden bir şekilde kurtulur. 


Thierry'nin artık çektiği videoları kurgulayıp belgesel haline getirme zamanı gelmiştir. Uzun süre bununla uğraşır. Hayatın Uzaktan Kumandası adlı filmini Banksy'e götürür:
''Londra'ya gelmek istediğini çünkü filmin bitmek üzere olduğunu söyledi. Yanıma geldi ve DVD'yi uzattı. İşte bu kadar. Film neredeyse bitti. O noktada, Thierry'nin aslında bir sinemacı olmadığını anlamıştım. Sadece elinde kamerası olan akli dengesi yerinde olmayan biriydi. Film bir türlü bitmek bilmiyordu. Bir buçuk saatlik kabus gibi izlenemeyen bir fragmandan ibaretti. Aslında elinde uzaktan kumandasıyla duran  dikkat bozukluğuna sahip birinin kablolu televizyondaki 900 kanalda sürekli zap yapmasından ibaretti. Ona hayatımda böyle bir şey görmediğimi söyledim. Yalanım da yoktu. Birisi sana eserini gösterir ama aslında o eser bomboktur. İşte bu gibi korkunç bir durumla karşı karşıyaydım. Nereden başlasam bilemedim.''
Bunun sonucunda Thierry'nin çektiği videoların ziyan olmaması gerektiğinin farkına varır.  Çünkü bu görüntüler Sokak Sanatı adına çok önemli şeyler taşımaktadır. Thierry ile bir antlaşma yapar. Ona posterler verir. Evine dönüp biraz sanat eseri yapmasını söyler. Hatta küçük bir sergi bile açabileceği konusunda ümitlendirir. Thierry büyük bir heyecanla bu işe sarılır. Çoğu kez Andy Warhol, Banksy, Shepard Fairey'den esinlendiğini büyük bir ölçüde belli eden bir ton çalışma çıkarır. Büyük bir ekip kurar. Fakat bir şeylerin eksik olduğunu düşünür; reklam gibi şeylerin. Shepard ve Banksy'den kendisiyle alakalı bir yazı yayınlamalarını ister. Bunun sonucunda Thierry'nin çalışmaları büyük bir patlama yaşar. Daha sergisi açılmadan bile insanların ağzından adını duymaya başlar. 



Kendisine bir takma isim de bulur: Mr.Brainwash!(Bay Beyin Yıkama) Shepard bu olaya pek ılımlı bakmaz. Ki burada haklı olduğunu düşündüğüm noktalar da var. Banksy, Thierry'e bunu yapmasını söylemese Thierry bu işe kalkışır mıydı, emin değilim. Ekibinin çoğu da ondan nefret etmiş durumdadır. Belgesel boyunca onun hakkında kötü yorumlarda bulunuyorlar. Benim için Mr. Brainwash'in yaptığı şey tam olarak da Banksy'nin tanımladığı gibi.
"Thierry'nin sokak sanatına olan takıntısının onu bir sanatçıya dönüştürme fenomeni ve birçok enayinin bunu yutması kısa bir sürede pahalı fiyatlara birçok eser satması antropolojik olarak, sosyolojik olarak büyüleyici bir şey.''








Sergi sonrası büyük dikkat çeken Mr.Brainwash, kendi çapında bir üne kavuşur. 2009 yılında Madonna'nın Celebration adlı albümünün kapağını bile tasarlar. O erdi muradına, biz çıkalım kerevetine. 



Gelelim bu belgeselin en önemli detaylarından birine. Böyle adlandırmak yanlış olur fakat bu detaylar filmi gizemli bir hale getiriyor. Kimilerine göre bu gerçek bir hikayenin belgeseli yani mockumentary, kimilerine göre ise tamamen kurgulanmış bir film. Thierry'nin öylesine büyük bir sergi yapmadığını söyleyen insanlar da var. Buna karşılık Thierry'e ait olduğu söylenilen görüntülerin canlılığı ve gerçekliği bunu gölgede bırakabiliyor. Shepard ise röportaj verdiği bir dergide belgeselin gerçek olduğunu ifade ediyor. Eğer denildiği gibi her şeyin kurgudan ibaret olduğunu düşünürsek Banksy bu film ile bir yerde yine eleştirisini yapmak istemiş olabilir ki bu da kulağa mantıklı geliyor. Tıpkı ''Obey''in anarşizm ile alakalı bir simgeyken sonradan giyim markalarına düşmesi gibi. Av biz miyiz yoksa Banksy mi, kararsızım. Bu çelişkinin uzun bir süre tartışma konusu olarak kalacağı kesin. 

Uzun lafın kısası, Graffiti ile alakanız bile yoksa izleyebileceğiniz bir film. Filmde çoğu ismi duyuyorsunuz ve film bittikten sonra isimlere biraz göz gezdirmeniz graffiti konusunda bilgi edinebilmeniz için yeterli olabiliyor.

1 yorum: